Çok Gezen mi Çok Okuyan mı Bilir?

1
3490

Sevgili Dostlar,

Sürekli bu mailleri takip edenler bilir, her hafta 2000’lerin başında başımdan geçen hikayeleri paylaşıp günümüzdeki değişimlerden bahsediyorum. En son nerede kalmıştık derseniz bu maili tekrardan paylaşayım ve kaldığımız yerden devam edelim.

Aylardır süren görüşme trafiği sonrası işi kapmış ve ilk iş gününde apartmanın önüne gelmiştim. Daha dün 8-10 tane asansörün olduğu İş Kulelerinden 4 kişilik bir asansörü olan apartmana gelince bir tuhaf olmuş, iç sesim “ne yaptın sen Murat” demeye başlamış, bu ilk günün heyecanı ile birleşince 8. kata çıkana kadar geçen 15-20 saniye bir saat gibi gelmişti.

Kapıya geldik, zili çaldık, içeri girdik, hoş geldin Murat cümlesi ile karşılandım, e ilk tanıştığımızda biz bey/bayan deriz, bu ofiste böyle adetler yok sanırım, ne biçim iş bu ya diye içimden geçirmiş, varolan gerginliğimi daha da bir üst seviyeye getirmiştim. Gözlerim ülke müdürünü arıyor, onu görünce keyfim yerine gelir diyor ama kendisini bir türlü görememek bir yana kendisini sorduğumda buz kesmiş gibi bana bakılması “neler oluyor, haydi hayırlısı” diyerek içimden konuşmama sebep oluyordu.

Benim son görüşmemi yapan ve bağlı olacağım yurtdışında yaşayan yabancı müdür ile toplantıya girdik, bizim ülke müdürü ile yollar ayrılmış, yerine ilk görüşmemi yapan ofisteki en kıdemli kişi onun yerine geçmişti. Hem şok olmuş, hem de böyle bir müdürle daha bir gün bile çalışma fırsatı bulamamak beni üzmüştü. Kısmet işte, bazen bir şeyi çok istersin ama olmaz, eskiden çok takılırdım ama artık belki de hayırlısı buymuş diyip geçip gidiyorum. Bu düşünme aşamasına gelmek kolay olmadı ama seneler içerisinde şunu gördüm ki gerçekten o çok istediğin şey senin için hep iyi olmayabiliyor, bazen onun olmaması seni üzse de aslında farkında olmadan hayrına olmuş olabiliyor. Bunu bu olay için demiyorum tabi ki ama olasılıklardan dolayı kendimizi çok da yıpratmaya gerek yok demek istiyorum.

İlk hafta çay kahve sohbet muhabbet geçer diye düşünürken ofise geldiğiminin ikinci saatinde acayip bir oryantasyon başlamıştı, broşürler açılmış, el afişleri konmuş, şirket bunu yapar, şunu yapmaz, şu ülkeler var, şu okullar var, yurt konaklaması var, vize almak için şu evraklar gerekiyor gibi birbirinden alakasız 8-9 tane konu anlatılmaya başlanmıştı. Kafam cidden çorba olmuş, içimden bir ses “eee Murat Efendi sen kaşındın, ne güzel bankada rahatın yerindeydi, rahat mı battı” diyordu. Akşam işten çıktığımda dayak yemiş gibiydim, kendi kendime mırıldanıyor, Cambridge okulu, Hult ailesi, telemarketing, Malta vizesi gibi birbirinden alakasız kelimeleri sayıklıyordum.

Gel zaman git zaman ilk baştaki yoğun tempoya alışmış hatta sevmeye başlamıştım. Benim hep bir şeye kafa yormam, bir şey üretmem, bir şey anlatmam gerekiyordu, boş kalmak, rahat olmak çok hoşuma gitmiyordu. Neyse 10-15 gün geçti, eski ülke müdürüne veda gecesi yapılamadığından onunla bir mekanda hep beraber yemek yiyeceğimiz söylendi, çok mutlu olmuştum. Etiler’in girişinde o dönem çok popüler olan ama artık yerinde yeller esen Meksika restoranında rezervasyon yapıldı ve hep beraber yemeğe gittik.

Yemekler yendi sohbetler edildi, ülke müdürü benim şok halimi anlamış biraz konuştu, “dert etme boşver hayat devam ediyor” diyerek motive etti, o günde öyle geçti gitti. Soranlarınız olacaktır eminim, ilk zamanlar sıkça görüşürdük, şimdi o kadar değil ama hala onunla irtibat halindeyiz. Ben artık işi fazlasıyla benimsemiş dünyanın farklı yerlerinden onlarca kişiyle tanışmış ve işten keyif almaya başlamıştım. En çok öğrenci gönderdiğimiz ülke olan İngiltere’ye fam trip var dendi ve vizeye başvurmam istendi. Beş gün süren bu seyahatte bütün okulları ve yurtları diğer ülkelerden gelmiş yeni başlayan kişilerle geziyor, okullardaki çalışanlarla tanışıyor ve sattığın ürünü daha yakından tanımış oluyordun. Birde hazır yurtdışına çıkmışken genel müdürlüğün olduğu İsviçre’ye gideceksin ve hem eğitim alacak hem de oradaki yöneticilerle tanışacaksın diye de eklendi.

Vay arkadaş ya, sanki İstanbul’dan Ankara’ya gidecek oradan da yolun üstünde Afyon’a uğrayacakmışım gibi söylenince garip geldi ama zamanla yurtdışına gide gele bunun ülke içindeki seyahatten çok daha kolay olacağını görecektim. Hayatımda ilk kez yurtdışına gidecek olmanın heyecanı ayrı, farklı ülkelerden gelecek insanlarlabir hafta boyunca berabar olacak olmanın keyfi ayrı, daha işe girdiğimizin üçüncü ayında genel müdürlüğe davet edilmenin verdiği gurur ayrı, değişik hisler içerisinde gelip gidiyordum. Orada çalışırken çok farklı ülkere gitmek, farklı kültürleri tanımak, farklı ülkelerden gelen insanların bakış açısını görmek farkında olmadan bana çok şey katmıştı. Hatta seneler sonra çalıştığım bir Avusturya menşeeli firmanın ülke müdürüyken gittiğim yurtdışı toplantılarında bütün patronların önünde çok rahat ve akıcı sunum yapabilmenin sırrını buna bağlamıştım. Her deneyim sana bir şeyler öğretiyor bundan faydalanıp faydalanmamak sana kalıyordu. Birde çok gezen mi çok okuyan mı bilir sorusunda hep %50 – %50 derken, gezip görmenin sanki bir tık daha faydalı olduğunu düşünmeye başlamıştım.

İngiltere vizesine başvuralım sonrasında İsviçre vizesi kolay olur dendi, evraklar toplandı, ben sanıyorum ki evraklar bir yere verilecek vize alınacak ama öyle olmadı. Tarlabaşında hep önünden geçtiğim binanın önünde hep bir kalabalık görür, bende o sıraya girene kadar bunun ne olduğunu anlamazdım. O dönemde sabah erkenden vize kuyruğuna giriyor, şanslıysan sıra hızlı ilerlerse başvuru kabul saatinden önce içeri girebilirsen başvurunu yapabiliyordun.

Konsolosluk etrafında iki kişinin zor sığacağı, “vize başvurusu yapılır” ilanlarının asılı olduğu ofisler, evrak düzenlemek, başvuru formunu doğru doldurmak karşılığında ciddi paralar alıyor ve bu işin kaymağını yiyorlardı. Hatta bu firmadan hizmet alanlara ekstra ücretle konsolosluk sırası kapma hizmeti de veriliyordu. Firmalar elemanlarını sıraya sokuyor, vizeye başvuran müşterileri sabah erken saatlerde gelmek yerine saat 9 gibi oraya gelip elemanların onlar için tuttuğu sıraya giriş yapıyorlardı.

Evrakları toparladım, sabah erken saatlerde konsolosluğa gittim, herhalde ilk kişi ben olurum, içeri girer beş dakikada işimi hallederim diye düşünürken orada gördüğüm kalabalık karşısında şok oldum. Abartmıyorum onlarca kişi çoktan sıraya girmiş, seyyar çayçılar bile mesaiye başlamıştı. Tahmin edeceğiniz üzere bana o gün sıra gelmedi ve yeniden randevu aldım. Gene konsolosluğa gittim ama bu sefer sabahın cidden köründe gittim, inanmayacaksınız ama kalabalık gene aynı kalabalıktı, “arkadaş adamlar gece 3’te mi geliyor nedir bu ya” diye içimden geçirmiştim. Gene sıraya girdim ve beklemeye başladım, sıra bazen çok hızlı ilerliyor bazen ise 20 dakika hiç kıpırdamadan bekliyorduk. Bu seferde içeri giremezsem cidden ofiste alay konusu olacaktım, birde 3. kez başvurmak ve işi uzatmanın verdiği streste cabasıydı.  Peki neler oldu, tam sıra bana geldiğinde kapı kapanacakken ne yaşandı? Devamı haftaya.

O günden bugüne ne değişti, ne değişmedi derseniz?

  • Dükkan bulmanın çok zor, bulduğunuzda da yüksek kiraların olduğu Etiler şimdi eski günlerinden çok uzakta bankaların daha fazla yer almaya başladığı bir yer haline geldi.
  • Kamu ve patron firmaları dışında işyerlerinde yeni kuşağında iş hayatına girmesiyle sizli bizli konuşmalar ve bey/bayan kavramları çok fazla kalmadı.
  • Yazarken gördüm ki, stres yapmakla geçirmişim ömrümü, artık ciddi konular dışında çoğu şeyi kafaya takmamaya çalışıyorum.
  • 2003 yılında yurtdışına iş seyahati yapmak kulağa çok havalı gelirken artık çok normalleşti.
  • Farklı kültürlerden insanlarla tanışmak için fiziki olarak aynı mekanda olmak gerekirken artık sosyal medya kanalları ve online görüşme sayesinde de bunu rahatlıkla sağlayabiliyorsunuz.
  • Yeni bir işyerinde ilk zamanlar eğitim için yapılan oryantasyon programlarını o dönem çok firma yapmazken günümüzde neredeyse her firma yapıyor.
  • Vize ile alakalı nemalanan firma artık neredeyse kalmadı. Profesyonel firmalar vize ile alakalı danışmanlık hizmeti verebilmek için konsoloslukların açtığı ihalelere girmeye başladı.

Kısacası eskiden para kazanmak için çok farklı ve ağırlıklı olarak geleneksel yöntemler varken geçtiğimiz yıllarda bunların sayısı azaldı. “Dayımın oğlu şurada bir yer açtı paraya para demedi” dönemi neredeyse bitti ve akıllı ve planlı iş yapanlar para kazanmaya başladı. Yeni kuşakların iş hayatına girmesi sonrasında hem iş hem de sosyal hayatta yazılı olmayan kurallar değişmeye başladı.

Sizde değişen bu dünyada kişisel gelişiminize, kariyer planlamanıza, dijital dönüşüme, lifestyle ve girişimcilik konularını önemsiyor, farklı disiplinlerden gelen insanlarla tanışmanın sizin için faydalı olacağına inanıyorsanız sizi de Ready For Change platformuna bekliyoruz.

Lütfen sizde bu platformu deneyimleyin eminim ayrılmak istemeyeceksiniz.

Güzel bir hafta olması dileğiyle
Sevgiler
Murat Erdör

1 YORUM

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here