Cola, Hamburger ve Lattesiz Bir Hayat Nasıl Olurdu?

0
259

Sevgili Dostlar,

Geçen haftaki bültende, dijital markaların Rusya’ya uyguladığı yaptırımdan bahsetmiş ve günümüz dünyasında bir savaş ortamında eskiden olduğu gibi sadece devletlerin değil markaların da sınırlamalar getirdiğinden bahsetmiştik. Hafta boyunca perakendeden gıdaya kadar yüzlerce markanın Rusya’daki operasyonlarına ara verme haberlerini okuduk ama kuşkusuz en çok dikkat çeken bu 4’lü oldu; Coca Cola, Pepsi Cola, Starbucks ve Mc Donald’s.

Çoğu ülkede hatırı sayılır pazar payları olmalarına rağmen pazarlama çalışmalarına ara vermeyerek kitleleri peşinden sürükleyen Coca Cola ve Pepsi Cola, bulundukları bölgelerde en merkezi yerlerde hizmet verip daha fazla insana ulaşmaya çalışan Starbucks ve Mc Donald’s gibi markaların bu hamleleri çoğu kişi için şaşırtıcı oldu. Bu markalara aşık belki de bu tadlara bağımlı olan Ruslar’ın özellikle Mc Donald’s önünde oluşturdukları kuyruk, çoğu kişinin onlarca menü alıp bunu internetten üzerinden 250 Pound gibi uçuk rakamlardan satışa çıkartması ise olaya farklı bir boyut kazandırdı.

Ülkemizde de bu markaların ürünlerini tüketen milyonlarca insan var, buna benzer bir olay bizde yaşansa sizce neler olurdu?

Cola’yı düşündüm önce, senelerdir tüketmediğim için benim için çok önemli olmazdı. Bir dönem çok fazla içmeyeyim diye 1 litrelik olan paketlerden ziyade 250 ml boyutundaki ürünleri alıyordum. Ufak teneke kutu diye psikolojik olarak daha az içiyorum moduna girdiğimden bir süre sonra her gün 5-6 kutu içtiğimi fark etmiştim. Günde 1 litre içmemek adına teneke kutu alan ben artık 1.5 litre Cola tükettiğimi görünce 250 ml’lik teneke kutu içindeki ürünlerin bilinçli bir pazarlama çalışması sonrasında piyasaya sürüldüğünü düşünmüştüm. Cola tüketimine ara verdiğim ilk zamanlarda “yemekte Cola olmazsa ne içilir, su mu içeceğiz çok sıkıcı” gibi bir düşünce kalıbına girmiştim ki, yemeklerle beraber hep Cola’nın gösterildiği reklamların da bilinçaltını nasıl etkilediğini ilginç şekilde deneyimlemiştim. Küçükken böyle bir şey düşünmez, yemeklerle beraber su içerdik. Evde Cola içmek gibi bir şey çoğumuzda yoktu, lüks tüketim değildi ama böyle bir alışkanlık yoktu, sonraki zamanlarda ise evlerden eksik olmadı. Seneler sonra gene eskisi gibi su içmeye başladım, sofrada su olunca sıkıcı olmuyormuş bunu da hatırlamış oldum.

Starbucks’a gelirsek, bence büyük bir başarı hikayesi, neden derseniz, Türk kahvesi gibi geleneksel bir ürünün olduğu bir ülkeye girip çok başarılı oldular. Frappuccino, Americano, Latte, Mocha, Macchiato başta olmak üzere onlarca ismi hayatımıza sokan markanın hızlı yükselişi sonrasında onlarca yabancı marka ülkemize giriş yaptı. Yüksek kar marjından dolayı yerli markalar piyasaya girdi, franchisingler verildi, evde kahve yapan makinalar ve ürünlerin satışları başladı, kısacası çok yakın zamana kadar kahvenin k’sı yokken şimdi bambaşka bir yere evrildi. Bende kahve tüketiyorum elbet ama illa Starbucks olsun modunda değilim, farklı markaları deneyimliyor, hepsinden farklı lezzetler alıyorum, kısacası benim için gene çok fark etmiyor.

Marka Mc Donald’s olunca olay biraz değişiyor çünkü yaşanmışlıklar devreye giriyor. TED Ankara Kolejinde ortaokul sıralarındaydık ve 90’ların başında Ankara Kızılay’da ilk şube açılmıştı. Harçlıklar yettiği sürece bazı öğlen teneffüslerinde koşarak gider Big Mac Menü yerdik ve dünyanın en mutlu insanı olurduk. Önünde şişko maskotu ile içeri müşteri çekmeye çalışan Wimpy ve ızgara ateşinde pişen Whooper ile ses getiren Burger King markaları o dönemde arka arkaya Türkiye pazarına giriş yapsa da Big Mac kutusununun diğer yarısına patates kızartmalarını koymanın verdiği hazzı hiçbiri vermedi. Artık ayda 1 kez hamburger yiyor ve Carl’s Jr markasını tercih ediyorum. Uluslararası hiçbir hamburger markası ülkemizde olmasa bile artık onlarca yerel marka var, haydi hamburger olmasa gene ülkemizde alternatif onlarca lezzet var, kısacası hayatımda çok şey fark etmiyor.

Peki sizde durumlar nasıl, bu markalar yarın ülkemizden çıksa siz ne yapardınız?

Bu konuyla alakalı kendi alanında ilk ve tek olan Ready For Change adlı platforma konuk olan sevgili Mert Ayınder ile sohbet ederken bir şeyin bir ayda alışkanlık yaptığını, üç ayda yaşam tarzı haline geldiğinden bahsetti ve hiçbir markanın 3 aydan fazla bu tip bir şeye kolay kolay cesaret edemeyeceğini de sözlerine ekledi, bakalım ilerleyen günlerde ne olacak? Ülkemizde böyle bir durum yaşansa milliyetçi söylemler devreye girer, biz bize yeteriz mesajları ile “yerli ve milli markaları tercih edin” söylemlerini sıkça duyardık. Rusya’da da onbinlerce yerel marka var, bakalım önümüzdeki dönemde onlar bu dönemi nasıl değerlendirecek ve milyonlarca kişiyi kendi markalarına çekebilecek mi?

Arka arkaya yüzlerce markanın bu tip yaptırımlarını görünce içimden “keşke aynı duyarlılığı farklı ülkelerde yaşananlar karşısında da gösterebilselerdi” diyorum. Rusya’nın yaptığını elbette savunmuyorum ama birçok ülkenin de fırsat bu fırsat diyip onu köşeye sıkıştırmak için elinden geleni yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Şimdi de olay farklı bir boyut kazandı ve Avrupa’daki bazı ülkeler Rus milyarderlerin mal varlıklarına el koymaya başladılar, en ses getireni de İngiltere Premier ekibi Chelsea’nın sahibi Roman Abramovich oldu.

2000’li yılların başında bu futbol kulübünü satın aldıktan sonra dünya devleri arasına sokan Abramovich son yaşanan olaylar sonrasında önce yönetimden çıktığını sonrasında da kulübü satacağını duyurdu ama hükümetin futbol takımına el koyması herkeste şok etkisi yarattı. Bilet satışı yasağı getirilmesi, mağazalarını kapatma kararı verilmesi, transfer yasağı konması ve kulübün banka hesabının dondurulması sonrasında bir anda kaotik bir ortam oluştu. Takımın forma sponsorlarından birisi olan Three markasının yıllık 40 milyon sterlin değerindeki sözleşmesini askıya alması sonrası diğer markaların da büyük ihtimalle bu şekilde hareket edeceği beklentisi sıkıntılı bir bekleyiş başlattı. Bu iş nereye gider bilmiyorum ama senelerdir bu ülkelerde yatırım yapan, milyarca dolar harcayan, buralarda satın almalar yapan Ruslara en başta izin veren kişiler, bir anda bunlara el koyunca “e o zaman en başta izin vermeseydiniz” diyorsunuz. İşte bu yüzden bu tip olayları gördüğüm için bende Rusya’yı bitirme algısı oluşuyor.

Madem futbola geldik, aynen devam edelim. Yüksek borçlarından dolayı Türkiye’de futbol kulüplerinin tek kurtuluşunun yabancı fonlara veya şahıslara satışı olduğu söylenir, taraftar buna karşı çıkardı, sanırım bu olay sonrasında bu konu uzun süre gündeme gelmez. Bu arada haftaya Salı akşamı sevgili Bozkurt Yılmaz ile YouTube’da “Türk Futbolu Nereye Gidiyor” adlı bir canlı yayınımız olacak, burada hem ülke futbolunu hem de yurtdışında neler yaşanıyor hepsini konuşacağız, ilgilenenleri mutlaka bekleriz.

Dijital ile alakalı haberlere baktığımızda ise 4 konu ilgimizi çekti.

  • Kısa bir süre önce TikTok için video oluşturacak kaynaklara sahip olmadıkları için bu platforma girmeyeceklerini söyleyen BBC News ani karar değişikliği ile Twitter üzerinden yaptığı açıklamayla TikTok’ta yerini aldığını duyurdu. Ciddi duruşu ile hafızalarda yer edinen BBC News bile artık bu mecrada yer alıyorsa bu mecrayı dikkate almakta fayda var.
  • Sosyal medya mecraları arasında rekabet inanılmaz arttığından her an yeni ürünle karşı karşıya kalabiliyoruz. Twitter e-ticaret alanında bir adım atarak yeni alışveriş özelliği Twitter Shops’u duyurdu. Hala beta sürümünde olan ve sadece ABD’deki mağazaların kullanımına açık olan bu özellik ne derecede tutacak, Instagram ve TikTok’a ne derece rakip olacak bekleyip göreceğiz.
  • Herkesin yayıncı olduğu günümüzde videolar, podcastler ve bloglar oldukça popüler, şimdilerde ise bunlara yeni bir mecra daha ekleniyor, radyo yayıncılığı. Amazon, Amp adlı uygulaması ile herkese radyo programı yapma imkanı sağlayacak, böylece kitlelere ulaşmak için yeni bir mecramız daha olacak.
  • Son hikayemiz ise e-ticaret sektöründe hızla ilerleyen bir pazaryeri olan aZall.com sitesinden gelsin. 25 Şubat günü aZall markasının çağrı merkezine gelen bir çağrı sonrasında yaşananlar hepimizi duygulandırdı, konuyla alakalı ilgili kişilerle konuştum teyit ettim, gerisini buradan izleyebilirsiniz, bu tip markaların çoğalması dileğiyle…
Sanat ile alakalı gelişmelere bakarsak geçen hafta iki yeni film gündeme damga vurdu. Dram ve biyografik film kategorilerinde Bergen adlı film, 718 bin seyirciyle açılış rekoru kırarken, The Batman filmi 329 bin seyirciyle son iki yılın en iyi ikinci yabancı film açılışını gerçekleştirmiş. Korona yüzünden uzun zamandır sıkıntılar yaşayan sinema sektörü biraz olsun nefes almıştır, darısı diğer sektörlerin başına…

Haftasonu ne izlesek diyenlere iki önerim var, ilki, belki önceden keşfedenler vardır aranızda, Türkiye’nin ilk interaktif dizisi olarak lanse edilen Eee Sonra adlı YouTube kanalı, her bölümün sonunda iki seçenek sunuluyor ve siz onu seçip izlemeye devam ediyorsunuz. Diğer önerim ise tesadüfen denk geldiğim bir yer, onlarca farklı konuda bilgi sahibi olmanızı sağlayan Netflix gibi aylık abonelik ile çalışan bir kanal, adı Curiosity Stream, bakmanızı tavsiye ederim.Kafa dağıtmak için;

-) Bu günlerde ne okusam, ne dinlesem, ne izlesem diyorsanız Sadece 5 Dakika ekibi olarak hazırladığımız haftalık önerilere buradan bakabilirsiniz.

-) Haftanın spor, sağlık, magazin ve sinema haberleri için Sadece 5 Dakika ekibi olarak hazırladığımız Pazar bültenine buradan göz atabilirsiniz.

Bu hafta size çok özel bir markanın indirimini duyurmak isterim, Çarşamba günkü Hafta Ortası adlı bültende de duyurmuştuk ama kaçırdıysanız tekrar hatırlatmak isterim. Battaniye.com.tr‘den 200 TL ve üzeri alışverişlerinizde 18 Mart tarihine kadar geçerli %25 indirimi kaçırmayın. İndirim kodu: me25

Güzel bir hafta olması dileğiyle
Sevgiler
Murat Erdör

PS: Bu yazıyı bir web sayfasında veya sosyal medya kanalında okuduysanız, formatı beğendiyseniz ve her hafta düzenli olarak size de bu e-bültenin gönderilmesini istiyorsanız bu linkten e-bültenimize üye olabilirsiniz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here